Otu Çek Köküne Bak ! -Türk Atasözü
Bilimsel bir devrim; İnsan Genom Projesi (İGP), 26 Haziran 2000 tarihinde ABD Başkanı Clinton ve İngiltere Başbakanı Blair tarafından dünyaya açıklanmıştı. Geçen 19 yılda onkolojik yaklaşımımızda da devrimsel değişiklikler oldu.
Biraz hatırlayalım. Projenin temel amacı, DNA’mızdaki 3 milyar kadar baz çiftinin dizilimini ve bunların % 2-5‘ini oluşturan genlerin yerini bulmaktı. Elde edilen veriler, DNA bilgisinin %99.9’unun, tüm insanlar için “ortak” olduğunu ortaya koydu. Şok edici olan ise, geriye kalan bu küçük farkın, birbirimizden bu kadar farklılaşmamıza yetmesiydi.
İnsan Genom Projesinin biyolojiye, tıbba ve endüstriye sağlayacağı yüzlerce yarar olsa da, bizim açımızdan en önemli konu (kişiler arasında farklılıkların belirlenmesiyle) kanser, kalp, şeker gibi kronik hastalıkların risklerinin belirlenmesi, hastalık durumunda genleri hedefleyen tedavilerin geliştirilmesi, kusurlu genlerin onarımı hatta yenilenmesinin sağlanabilmesi imkanı.
Projeyi finanse eden Amerikan Enerji Dairesi ve Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün yanı sıra, destek veren ülkeler; Avustralya, Brezilya, Kanada, Çin, Danimarka, Fransa, Almanya, İngiltere, İsrail, İtalya, Japonya, Hollanda, Kore, Meksika, Rusya ve İsveç. Bitmedi; Celera, IBM, Compaq, Dupond gibi özel şirketler de bu gurubun içinde…
Katılanlar, katılmayanlar, projenin etik yönleri, sosyal etkileri tartışılırken, kendi kapımıza döndüğümüzde manzara şöyle; Onkolojide ciddi ölçüde değişen tedavi yöntemleri!
Açalım; 2000’lerin başına kadar onkolojideki gelişmeleri en çok görüntüleme alanında ve radyasyon onkolojisinde kaydettik. Tümörün daha iyi görüntülenmesi, kanserin erken ve doğru teşhisine olanak sağladı. Radyoterapideki gelişmeler ise, ışın demetlerinin mümkün olduğunca hedef dokuya yönlendirilip, çevresindeki sağlam dokunun en iyi şekilde korunmasına yaradı.
Görüntülemedeki gelişmelere paralel olarak, radyoterapi cihazlarında da hedefleme doğruluğu arttı. Hedefe daha yüksek dozlar verip hastalığı geriletmeyi başarırken, normal dokuyu en iyi şekilde koruyup hastanın hayat kalitesini arttırabildik. 2000’lerin başında ise İGP’nin yayınlanması ile genlere, yani kişiye ve tümörüne özel ilaçların geliştirilmesini sağlayarak, tam anlamıyla “kişiye özel tedavi” konseptini günlük pratiğimize dahil ettik. Önceden hastalara, tümörün yerleşimine göre standart kemoterapiler uygularken. Bu “İlacı ver, etki ve yan etkilerini gözle, duruma göre pozisyon al!” anlayışından sıyrılıp, ilk andan genetik analizlerle tedavinin hastalarımıza ne kadar fayda sağlayabileceğini kestirir duruma geldik.
Yine unutmayalım, kanserin en güçlü tedavisi, ona yakalanmamak için gerekli ve yeterli önlemleri almaktan geçiyor ama bireysel farklılıklarımızın açık bilinirliliği bu kez de yiyeceklere olan tepkilerimizi bilmekte, özel beslenme ve spor programlarını uygun şekilde oluşturmakta işe yarıyor… Özetle; tam anlamıyla sonucunu bilmediğimiz yöntemlere harcadıklarımızdan yapacağımız kesintilerle sağlanacak bir “gen haritası”, her geçen gün daha önemli ve faydalı hale geliyor…